3 Aralık 2011 Cumartesi

Değişik evrelerde farklı beslenmeler

Hastalık, bir evreden ibaret değildir. Kan şekerinin yükselmesi, sadece şekerin varlığına değil, aslında şeker ve insülin arasındaki etkileşimin sonucuna bağlı bir durumdur. 
Pankreasdan en fazla insülin salgılatan madde, şekerdir.İnsülin salgılayan bez olan pankreasda da insülin direnci geliştiği için insülin miktarı artmasına rağmen, artık aynı miktarda kan şekeri düzeyi, aynı miktarda insülin salgılatamaz. Aynı şekerle az insülin salgılanmaya başlayınca kan şekeri gittikçe yükselir. Bu durumda haklı olarak gıdalarla alınan şeker azaltılıp, kan şekeri düşürülse bile, insülin direnci çözülmediği sürece, daha az insülin salgılanacağı için beklenen durum belki de olmayacak ve şekerli gıdalar azaltılsa bile kan şekeri yükselecektir. Bu durumda ağızdan alınan şeker ilaçları da kısa süre içinde etkisini kaybedecek ve insülin kullanımı gerekecektir. Bu bahsettiğim durum, ne yazık ki hep göz ardı edilen ve hastaya yeterli zaman ayrılmadığı için gözden kaçan bir durumdur. Fakat bunun tersi de doğrudur. Yani şeker arttıkça önceleri artan insülin düzeyleri, kişiden kişiye göre değişen, belli bir yüksekliğe eriştikten sonra, kan şekeri artsa bile, azalmaya başlayacak ve kan şekeri daha hızlı artacaktır. Her iki durumu da önceden bilme olanağı olmadığı için karbonhidratları azaltmak mantıklı bir yaklaşımdır. Gıdalarla alınan karbonhidratları azaltmanın gerekli ama yeterli olmadığı bu safhada yapılacak en doğru hareket; krom, magnezyum ve omega-3’ü yüksek dozlarda, manyetik alan uygulaması ile vermektir. Karbonhidratları azaltmak dolayısı ile vitamin ve lifleri de azaltacaktır. Bunların da başka problemlere yol açması muhtemel olduğundan, ortaya çıkacak bütün sorunlar diyette karbonhidratların azaltılmasına bağlanır. Bu nedenle düşük karbonhidratlı diyetler eleştirilir. Oysa sorun her zaman makro ve mikro arasındaki dengenin bozukluğudur.
Başlangıçta yağ dokusunda insüline karşı direnç olmadığından fazla şeker, yağ olarak depolanır. Kişilerin kilo alması artar. Eskiden kolay kilo verirlerken, artık kilo veremiyorlardır. Elma tipi şişmanlık denen göbekte yağlanma olur. Lipid profili bozukluğu saptanır. İnsülin direnci geliştikçe trigliserid düzeyi yükselir. Bu devrede kilo alma arttığı için daha uzun süreli bir kilo verme programı yanında, insülin direncini düzeltme tedavisi de yapılmalıdır. İnsülin düzeyi fazla olmasına rağmen etkisiz hale geldiğinden, insülin eksikliği belirtileri ortaya çıkar. Kanda serbest yağ asitleri artar. Kalorisi düşük, besin değeri yüksek gıdalar fazla yenilirse, kilo almaya neden olmadıkları gibi metabolizmanın daha iyi çalışmasına yardım edecek ve mevcut insülin direnci düzelecektir.
Kaslarda da insülin direnci başladığında şekerin kas hücrelerine girişi bozulacak ve bu da halsizliğe ve yorgunluğa neden olacaktır. Bu devrede Co-Q10 ve karnitin tedaviye eklenirse fayda sağlar. Bu devrede egzersizler de artık eskisi kadar kan şekerini düşürmede etkili olmayacaktır. Hipertansiyon saptanacaktır.
Karaciğerde insülin direnci geliştiği zaman glikojen sentezi ve depolanması azalır. Glikoz yapımında baskılanma görülmez. Sabah açlık kan şekerleri yüksek çıkar.
Aslında şeker hastalarında hastaları hayrete düşüren değişik tablolar görülebilir. Bunları şu şekilde gösterebiliriz. Sabah açlık ve tokluk kan şekeri yüksek olanlar, açlık kan şekeri düşük ve tokluk kan şekeri yüksek olanlar ve açlık kan şekeri yüksek ve tokluk kan şekeri düşük olanlar.
Tokluk kan şekerinin yüksek olması insanları fazla şaşırtmaz. Açlık kan şekerinin yüksek olması da şaşırtmaz ama açlık kan şekeri yüksek iken tokluk kan şekerinin düşük çıkması hastaları hayrete düşürür. Aslında şaşıracak bir şey yoktur. Gerçekte kan şekerinin yükselmesi birbiriyle ilgisiz gibi duran ama ilgili mekanizmaların sonucudur. Sabah açlık kan şekerinin yükselmesinde insülin eksikliğinin rolu olsa bile esas sorumlu hormonlar, glukagon, kortizol ve growth hormondur. Karaciğer sağlıklı olduğu müddetçe bu hormonlara yanıt verecek ve glikoz yapılacaktır. Yapılan bu glikoz da kana verilecektir.  Karaciğer görevlerini yapamaz duruma geldiğinde sabah açlık kan şekeri düzeyi azalmaya başlar. O nedenle diyabet hastasında beklenenin dışında sabah açlık kan şekeri düşer veya gün içinde hipoglisemi ortaya çıkarsa bu karaciğerin yetersizliğe gittiğinin göstergesidir.
Tokluk kan şekerinde sorumlu olan faktör ise insülin eksikliği veya direncidir. Dolayısı ile yemekten sonra kan şekerinin yükselmesi insülin eksikliğinin göstergesidir. Aksine diyabet hastalığında alınan karbonhidratlara uygun veya fazla insülin salgılandığı düşünülmez.  Dolayısı ile tokluk kan şekerinin düşmemesi gerekir. Burada bilinmesi gereken bilgi şudur. İnsülin böbreklerde parçalanan bir hormondur. Böbrek yetersizliği geliştikçe insülin parçalanması azalır ve sonuçta kanda insülin miktarı artmaya başlar. Bu da tokluk kan şekerinin düşmesine sebep olur. Bu durumda sabah açlık kan şekeri de bir süre sonra düşmeye başlar.
Poliüri denilen çok idrara çıkma, idrar ozmolaritesinin arttığını yani yoğunluğunun fazla olduğunu gösterir. Eğer bir diyabet hastasında idrar çıkma artar ve kişilerin görünür bir neden yokken su içmesi artarsa, kan şekerinin ve ozmolaritesinin yüksek olduğunu anlarız.  Bu, hiperozmolar komaya giden durumdur. İçilen su miktarını artırmak, olayın şiddetini azaltmak ve ertelemekten öteye gitmez. Gerekli olan bu çözüm yolu, yeterli değildir. İnsülin eksikliği olduğu için, kullanılıyorsa insülin dozunu artırması, kullanılmıyorsa insüline başlaması önerilir. İnsülin etkisini artıran mineraller ve vitaminler verilmelidir.
Diyabet hastasının zayıflaması da insülin eksikliğinin işaretidir. Mutlaka insülin verilmeli ve gene insülin etkisini artıran mikrobesinler verilmelidir.
Omega-3, fındık, konjuge linoleik asit içeren mandra ürünleri, lifli besinler, tarçın ve kafein insülin direncini iyileştirmede kullanılırlar


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder